Adrasan’dan Suluada Tekne Turu: Türkiye’nin Maldivler
Antalya'da her köşesi bilindik tatil rotalarından sıkıldınız mı? Turkuaz suların bembeyaz kumlarla buluştuğu, Maldivler'i aratmaya...
Antalya’nın kalbi Kaleiçi’ne adım attığınızda, sadece daracık sokaklarda değil, zamanın üst üste binmiş katmanları arasında yürüdüğünüzü hiç hissettiniz mi? Bir yanda Roma’nın kudretli mermerleri, diğer yanda Selçuklu’nun zarif çinileri ve hemen köşeyi dönünce Osmanlı’nın cumbalı konakları… Bu tarihi zenginlik baş döndürücü olabilir. Bu yüzden, size klasik bir Kaleiçi’nde yapılacak şeyler listesi sunmak yerine, bu antik kentin ruhunu gerçekten hissedebileceğiniz, üç ikonik duraktan oluşan unutulmaz bir tarihi yürüyüş rotası hazırladık. Bu rota, sizi Helenistik dönemden Roma’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan bir zaman tüneline sokacak.
Hazırsanız, Roma İmparatorluğu’nun görkemli kapısından girip, Akdeniz’in asırlık limanında soluklanacak ve Selçuklu Sultanlığı’nın zarif mührüyle yolculuğumuzu taçlandıracağız. Bu sadece bir gezi değil, Antalya’nın binlerce yıllık hikayesine tanıklık etme daveti.
Kaleiçi’ne yapacağınız tarihi yürüyüşün en görkemli başlangıç noktası kesinlikle Hadrian Kapısı’dır. Yerel halkın “Üçkapılar” olarak bildiği bu anıt, sizi modern Antalya’nın hareketli caddelerinden alıp bir anda antik çağın büyülü atmosferine taşır.
Bu kapı, sıradan bir geçit değil; M.S. 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus’un şehri ziyareti onuruna inşa edilmiş anıtsal bir zafer takıdır. O dönemde bu tür yapılar, imparatorluğun gücünü, zenginliğini ve mimari dehasını sergilemek için birer propaganda aracıydı. Kapının altından geçerken, neredeyse 2000 yıl önce aynı noktadan geçen Romalıların hissettiği o heybeti ve gururu hayal edebilirsiniz.
Tamamen beyaz mermerden (sütunları hariç) inşa edilen kapı, üç kemerli yapısıyla göz kamaştırır. Her iki cephesinde de Korint düzeninde yontulmuş dörder sütun bulunur ve bu sütunların üzerindeki oyma ve kabartmalar, Roma sanatının inceliğini gözler önüne serer. Aslında orijinal yapının iki katlı olduğu, ancak üst katının günümüze ulaşamadığı bilinmektedir; bu da bugünkü halinin bile ne kadar etkileyici olduğunu düşününce, orijinalinin ihtişamını hayal etmeyi daha da heyecanlı kılar. Zamanla yükselen şehir zemini nedeniyle kapının bugünkü yol seviyesinden yaklaşık 1.5 metre aşağıda kalması, adeta tarihin katmanlarını somut bir şekilde görmenizi sağlar.
Hadrian Kapısı’nın neredeyse kusursuz bir şekilde günümüze ulaşmasının sırrı ise oldukça ilginçtir. Zamanla inşa edilen yeni şehir surları, kapıyı dışarıda bırakarak adeta bir kalkan gibi sarmış ve onu yüzyıllar boyunca gözlerden uzak tutmuştur. 1882 yılında bu surların yıkılmasıyla yeniden gün yüzüne çıkan anıt, 1959’da geçirdiği büyük restorasyonla bugünkü büyüleyici görünümüne kavuşmuştur.
Kapıya yaklaşırken iki yanındaki kulelere dikkatlice bakın. Onlar sadece birer koruma kulesi değil, aynı zamanda Kaleiçi’nin tüm tarihinin bir özetidir. Güneydeki Julia Sancta Kulesi, kapıyla aynı dönemden kalma, saf bir Roma eseridir. Şimdi kuzeydeki kuleye dönün; alt katmanları Antik Çağ’a aitken, üst kısmı Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad tarafından eklenmiştir. İşte bu iki kule, size Kaleiçi’nin sırrını fısıldar: Burası, medeniyetlerin yıkıp yeniden yapmadığı, aksine birbirinin üzerine eklenerek zenginleştiği bir yerdir.

Hadrian Kapısı’nın taş kemerleri arasından geçip Kaleiçi’nin dar sokaklarına daldığınızda, sizi denize doğru çeken tatlı bir eğim hissedeceksiniz. Bu yolun sonu, sizi sadece masmavi Akdeniz’e değil, aynı zamanda Antalya’nın varoluş nedenine götürür: Tarihi Yat Limanı.
Bugün lüks yatların ve gezi teknelerinin salındığı bu şirin liman, aslında Antalya’nın kurulduğu yerdir. M.Ö. 150 civarında Bergama Kralı II. Attalos, donanması için korunaklı bir üs ararken bu doğal limanı keşfetmiş ve Attaleia şehrini kurmuştur. Roma döneminde Akdeniz ticaretinin kalbi olan, Bizans döneminde ise önemli bir donanma üssü olarak hizmet veren bu liman, binlerce yıl boyunca şehrin can damarı olmuştur.
Limanın bugünkü atmosferi, tarih ve modern yaşamın mükemmel bir birleşimidir. Bir yanda sizi çevreleyen ve asırlara meydan okuyan antik surlar, diğer yanda ise denizin üzerinde nazlıca süzülen modern tekneler. Sabahın erken saatlerinde, şehir uyanırken burası huzurlu bir sığınaktır. Akşam saatlerinde ise gün batımını izlemek için toplanan yerli halk ve turistlerle cıvıl cıvıl, canlı bir buluşma noktasına dönüşür.
Şimdi limanı çevreleyen şirin kafelerden birine oturun ve kendinize bir kahve ısmarlayın. Geleneksel teknelerin ve lüks yatların salınışını izlerken, sadece bir manzara seyretmediğinizi bilin. Gördüğünüz su, Roma kadırgalarını, Bizans donanmasını ve Osmanlı ticaret gemilerini ağırlayan aynı sudur. Bu an, 2000 yıllık bir tarihe tanıklık etme, limanın yorgun taşlarına sinmiş sayısız hikayeyi dinleme anıdır.
Eğer zamanınız varsa, limandan kalkan günübirlik tekne turlarıyla gezinize farklı bir boyut katabilirsiniz. Bu turlar sizi Antalya’nın meşhur falezlerinin altından geçirerek, Düden Şelalesi’nin denize döküldüğü o muhteşem manzaraya kadar götürür. Şehri bir de denizden görmek, onun coğrafi güzelliğini ve tarihsel konumunu çok daha iyi anlamanızı sağlar. Eğer bu deneyimi yaşamak isterseniz, Antalya’nın eşsiz tekne rotalarını keşfedebilirsiniz.

Limanın tuzlu kokusunu arkanızda bırakıp tekrar Kaleiçi’nin taş sokaklarında yukarı doğru tırmandığınızda, ufukta şehrin siluetine damgasını vuran zarif bir yapı sizi karşılayacak: Yivli Minare. Bu minare, sadece bir ibadethanenin parçası değil, aynı zamanda Antalya’nın Selçuklu kimliğinin ve şehrin sembolünün ta kendisidir.
yüzyılda Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat döneminde inşa edilen bu eşsiz minare, adını gövdesini oluşturan sekiz adet yivden alır. Tuğla ve firuze (turkuaz) renkli çinilerle bezenmiş olan 38 metre yüksekliğindeki bu yapı, Anadolu Selçuklu mimarisinin estetik anlayışını ve mühendislik becerisini yansıtan bir şaheserdir. 90 basamaklı merdiveniyle göğe uzanan minare, Antalya’nın fethinin ardından şehre vurulan ilk İslami mühür olarak kabul edilir.
Yivli Minare tek başına değildir. O, bir “külliye”nin, yani bir sosyal kompleksin merkezidir. Selçuklular için bir şehir merkezi sadece ibadet yerinden ibaret değildi; eğitim (medrese), maneviyat (mevlevihane), sosyal yaşam ve anma (türbeler) gibi hayatın tüm unsurlarını bir araya getiren canlı bir organizmaydı. Bu yapı topluluğu, size Selçuklu medeniyetinin şehre ve insana bakış açısını anlatır. Şimdi bu organizmanın parçalarını birlikte keşfedelim.
Minarenin etrafında dolaşırken bu tarihi kompleksin diğer değerli yapılarını da göreceksiniz:
Yivli Minare Camii (Ulu Cami): Minarenin hemen batısında yer alan bu cami, altı kubbeli yapısıyla Anadolu’daki çok kubbeli cami tipinin en eski örneklerinden biridir. İçeri girdiğinizde hissedeceğiniz sadelik ve huzur, Selçuklu mimarisinin ruhunu yansıtır.
Medreseler: Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi gibi yapılar, dönemin üniversiteleri olarak hizmet veriyordu ve bilimin, sanatın merkezleriydi.
Türbeler: Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hatun Türbesi gibi anıt mezarlar, dönemin önemli şahsiyetlerine duyulan saygıyı gösterir ve tarihe kişisel bir dokunuş katar.
Mevlevihane: Eskiden dervişlerin manevi bir merkezi olan bu yapı, günümüzde güzel sanatlar galerisi olarak kullanılarak tarihin modern yaşamla nasıl iç içe geçtiğini gösterir.

Tarihi yürüyüşümüzün ana duraklarını tamamladık, ancak Kaleiçi’nin büyüsü asıl şimdi başlıyor: begonvillerle süslü dar sokaklarında kaybolma zamanı. Rotamız sizi şehrin üç farklı medeniyet katmanıyla tanıştırdı. Şimdi ise pusulanızı bir kenara bırakıp içgüdülerinizle bu yaşayan müzeyi keşfetme sırası sizde. İşte size birkaç bonus öneri:
Gün Batımı Noktası: Yürüyüşünüzü Karaalioğlu Parkı’nda sonlandırın. Parkın falezler üzerindeki seyir teraslarından Akdeniz ve Beydağları’nın nefes kesen gün batımı manzarasını izlemek, gününüze unutulmaz bir final yapmanızı sağlar.
Antik Gizem: Kaleiçi surlarının güneybatı ucunda, Roma döneminden kalma 2. yüzyıla ait Hıdırlık Kulesi’nin yanına gidin. Bir zamanlar deniz feneri mi yoksa bir anıt mezar mı olduğu hala tartışılan bu kulenin gizemini hayal etmeye çalışın.
Osmanlı Zarafeti: Restore edilmiş, cumbalı ahşap konakların sıralandığı Hesapçı veya Kılıçarslan gibi sokaklarda dolaşın. Bu evler, sizi geçmişin gündelik yaşamına götürecek ve harika fotoğraf kareleri sunacaktır.
Kültürel Kaçamak: Suna & İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi’nde geleneksel Antalya yaşamına dair objeleri inceleyin veya Antalya Oyuncak Müzesi‘nde şair Sunay Akın’ın danışmanlığında kurulan koleksiyonla çocukluğunuza keyifli bir yolculuk yapın.
Kaleiçi hakkında daha fazla teknik ve tarihi bilgi için Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resmi kaynaklarına göz atabilirsiniz: Kültür Portalı – Kaleiçi.
Soru 1: Kaleiçi’ni gezmek için en ideal mevsim hangisidir?Cevap: Kaleiçi’ni ziyaret etmek için en keyifli zamanlar, havanın ılık olduğu ve kalabalığın yaz aylarına göre daha az olduğu ilkbahar (Nisan-Haziran) ve sonbahar (Eylül-Ekim) aylarıdır. Yazın oldukça sıcak olabileceğini unutmayın.
Soru 2: Yazıda bahsedilen tarihi yerlere giriş ücretli mi?Cevap: Hadrian Kapısı’ndan geçmek, Yat Limanı’nda dolaşmak ve Yivli Minare Külliyesi’nin avlusunu gezmek tamamen ücretsizdir. Ancak külliye içindeki Mevlevihane (sanat galerisi) veya Kaleiçi’ndeki özel müzeler (Suna & İnan Kıraç Müzesi, Oyuncak Müzesi vb.) için giriş ücreti bulunmaktadır.
Soru 3: Kaleiçi’ne özel araçla girmek mümkün mü? Otopark sorunu var mı?Cevap: Kaleiçi’nin dar sokaklarına özel araç girişi kısıtlıdır ve tavsiye edilmez. En iyi yöntem, aracınızı Kaleiçi’nin dış çeperlerindeki ücretli otoparklardan birine bırakıp bu tarihi bölgeyi yürüyerek keşfetmektir.
Yorumlar